Tekstil Örme ve Giyim Sanayi
İşçileri Sendikası Genel Başkanı Nazmi Irgat Tempo Fm’e konuk oldu. Gündem
oluşturacak bir çok konuda açıklamalar yaptı.
TEKSİF olarak
geliştirdikleri projeyi Türkiye’de İlk Kez Tempo Fm canlı yayınında anlatan
Nazmi Irgat, Trakya gündem gazetesi imtiyaz sahibi Abdurrahim Yıldırım’ın
sorularını yanıtladı. Genel Başkan Nazmi Irgat Türkiye’de “Sendika Ağalığı”
şeklindeki ön yargının toplum üzerinden kırılması için de yine ilk kez canlı
yayında gelirini ve mal varlığını açıklayarak bir çok sendikacıya örnek oldu.
Herkesi bu konuda şeffaf olmaya davet etti.
Kaç üyeniz var? Trakya bölgesindeki üye sayınız ve çalışmalarınızla ilgili
bilgiler verir misiniz?
Teksif açılımı Tekstil Örme ve
Giyim Sanayi İşçileri sendikası, federatif dönemde milli sendikacılığa geçmeden
önce f’si oradan geliyor. Federasyon anlamında mali tipten mili tipe
dönüşmesiyle TEKSİF ismi korunmuş açılında olduğu gibi tüm tekstil çalışanlarını
kapsayan son değişiklerle beraber deriyi de içine alan iş kolundaki en büyük
sendikalardan biriyiz. Kuruluşumuz 3 mart 1963, 61 Anayasası’ndan sonra
sendikalar 274 ve 275 sayılı sendikalar ve toplu iş sözleşmesi kanunundan sonra
ilk genel kurulumuzu o zaman yaptık. O günden bu güne kadar tekstil
sendikalarını temsil etti. Çeşitli zor dönemlerde de olsa çalışanların haklarını
koruduk. Çeşitli evrelerden geçtik. Biliyoruz ki ülkemizde 80 sonrasında
örgütlenmenin daraldığı sanayide de krizlerle beraber dengelerin sarsıldığı bir
dönem yaşandı. Bu krizlerle 180 bin kişiye varan üyemiz zaman zaman aşağıya
indi. En son 2000 krizinde 17 bin insan kaybetmemize rağmen son 2 yılda
toparlandık. 60 üyesiyle Türkiye’nin 2. büyük sendikasıyız. Sektör çalışanlarını
esas aldığımızda 1 milyon 100 bin çalışan var. İstatistiklere göre bu nedenle
bulunduğumuz konumu yeterli görmüyoruz. Yeni arkadaşlarımızın TEKSİF çatısı
altında toplamayı amaçlıyoruz çalışmalarımız bu yönde.
Çorlu’da 90 bin sigortalı çalışan var. Sendikalı sayısı yüzde 10, sendikaya üye
işçi sayısının çok az olmasını neye bağlıyorsunuz?
Trakya bölgesi olarak iyi bir
noktadasınız. Trakya bölgesi gerçekten Türkiye’nin sanayi anlamında gözde bir
yeri. Herkesin dilinden düşürmediği demokrasi ve çağdaşlık, sanayi toplumu olmuş
sanayi devrimini tamamlamış ülkelerde vardır. Trakya’nın da sanayi bölgesi
olması bizi sevindiriyor. Bu rakamlar ülkemizde bulunan demokratik anlayışı
vurguluyor. Ülkede ulaşım olacak, eğitim olacak, örgütlenme olacak ve insanca
yaşayabilen ücretler olacak demokrasi bu. Bazıları diyor Atatürk’ün dönemi tek
partili dönem demokratik değildi. O zamanda ulaşım mı vardı, haberleşme mi
vardı, sanayimi vardı demokrasi olsun. Ama günümüzde teknoloji haberleşme ve
ulaşımda belli noktaya geldik. Örgütlenme ve gelir dağılımına baktığımız zaman
demokratik ülkeler ölçüsü içerisinde değiliz. Dolayısıyla bu bölgede 90 bin
çalışan varsa ve örgütlenme az ise demokratik anlamda sıkıntılar var demektir.
Türkiye’deki sendikacılık anlayışı ve 1970’den bugüne kadar sendikacılığın
geldiği nokta hakkında neler söyleyeceksiniz?
Toplumsal dayanışma anlamında
çok gerilere gittik. Ben 70 yılları hatırlıyorum lise zamanı, oransal olarak
söyleyemem ama her iş yerinde sendikalar vardı hepsi örgütlüydü. O dönemlerde 30
kişilik 50 kişilik yerlerde fırınlarda bile sendikalar vardı. o dönem farklı bir
dönemdi. Sosyal devlet normlarının yaşanabildiği, ve kalkın macı devlet modeli
anlayışıyla karma ekonomik modelin birlikte uygulandığı bir dönemdi. Bana gör
doğru yapılıyordu. Ama 1980 12 Eylül ihtilalinden sonra farklı anlayışlar
sergilendi. Çalışma hayatında hep ucuz emeğe yönelik anlayış ortaya çıktı.
Sendikaların gücü daraltılmak istendi. Kenan Evren çağrılarında sendikaların
önünü kesmek için sendika ağaları söylemini çıkardı ortaya..
12 Eylülden sonra yeni yeni
yasal düzenlemeler yapılırken o zaman ki iş veren konfederasyonunun genel
başkanının “Bu güne kadar işler güldü, Biz ağladık. Bundan sonra biz güleceğiz,
onlar ağlayacak” şeklinde literatüre geçen sözleri var. Bilinçli olarak
sendikalar çalışma hayatında sendikalar üzerinde dezenformasyon yapılmış sendika
ağalığı olarak bir kavram çıkmış ortaya. Bu söylemin bizim adımıza bir artısı
oldu. Bu söylemin kırılması yönünde kendimizi disipline ettik olabildiğince
şeffaf mümkün olduğunca paylaşımcı bir anlayışı benimsedik bu algıyı silmek
amacıyla çalışıyoruz.
Sendikalaşma çalışmalarıyla ilgili karşınıza çıkan engeller neler?
TÜRKİŞ olarak düşünürsek maalesef
sendikal rekabet var, ama böyle bir rekabet olmaz. Siyasi iktidara yakın bir
sendika dolayısıyla var olan örgütlü olan yılardır toplu sözleşme yapmış
sendikaların baskıyla sendika değiştirildiğini gördük.Cumhuriyetle beraber
kurulmuş tesislerin tek gıda iş sendikamıza örgütlü olmasına rağmen geçen yıl, 3
yıl devam eden sendikal mücadeleden sonra sendika değiştirdiğini görüyoruz.
Kamuya ait iş yerlerinin bir çoklarında kendini yakın sayan konfederasyona baskı
olduğunu görüyoruz. Siyasi iktidarlara göre örgütlenme biçim değiştirmemeli.
Sloganlaşmış bir şey var
örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılsın. Ama kaldırılsın demekle olmuyor.
Bununla ilgili yasal düzenlemeler de yapılmaya çalışılıyor. Ama somut olarak
bakıldığında geldiğimiz nokta bu. Anlayış değişikliği yaşanması gerekiyor her
şey den önce çalışanın kendini ifade edebileceği hangi iş kolundaysa o sendikaya
üye olabilmesinin yolları açılmalı. Günün siyasi iktidarlarının çalışanın
örgütlenme hakkını kullanabilmesi konusunda yardımcı olması gerekiyor. Her
girdiğimiz yerde maalesef kendisini çok demokrat olarak ifade eden iş verenlerde
dahil olmak üzere en az 10 kişi, 30 kişi, 50 kişi, 150 kişinin iş akdini fes
edebiliyor. Bu konuyla ilgili açılan davalar 4 ayda bitmesi gerekirken 1 yılda
bitmeyen, 1 buçuk yılda bitmeyen davalar oluyor ve insanlar sindiriliyor ve
diğerlerine de örnek oluyor.
Bir ülkenin durumunu görmek için o ülkedeki insanların nasıl öldüğüne bakmak
gerekir. Türkiye’deki işçi ölümleri ilgili ne düşünüyorsunuz!
13 mayıs günü Antalya’da bir
toplantıdan dönüyorum arabanın radyosundan duydum. Hemen ilgili arkadaşımı
aradım. Burası size bağlı değil mi nedir bu dedim bana dedi “bende yoldayım şu
ana kadar alabildiğimiz bilgi 3 arkadaşımızın hayatını kaybettiği ama detaylı
bilgiye sahip değilim” O gece oraya vardım. Ben varmadan önce Türk-iş Genel
başkanımız Ergün Atalay beyinde oraya intikal ettiğini gördüm. O ocağın
Türkiye’deki en üstün ocaklardan birisi olduğu söyleniyordu orada. Raporlarda
her şeyin düzgün olduğu görülüyordu. 3 gün önce insanlar orada hoş olmayan
kokuların geldiğini ifade ediliyor ona rağmen tedbir alınmıyor. Aynı günün
sabahı iş yeri temsilcisiyle beraber sorumlu uzmanın raporu var böyle bir
tehlike var diye. O rapora rağmen tedbir alma konusunda geç kalınıyor.
İşin boyutu şu bizde iş sağlığı güvenliği önlemleri hep maliyet görüldü!
Orası devletin ocağı devletten
kiralanıyor alıcıda devlet ne güzel para kazanmak. Bize verilen bilgiye göre her
yıl 1 buçuk milyon ton kapasitesi var, ama 3 milyona yakın üretim yapılıyor.
Üretim zorlaması bu ocakla çıktı ortaya. O ocağın bir hacmi var. Tedbirlerin
alınması gerekiyor. Tedbirler alınmadan amaç olabildiğince üretmekti. kimse bu
üretim nasıl yapıldı demedi suç başkalarına atıldı. Sendikalar suçlandı. Ama en
son sorumlu sendikanın olması gerekiyor. Kar etmek amacı insanların ölümüne
neden oluyor. Hiçbir kar insan hayatından daha önemli değildir.
Çözüm süreci ve Osmanlıca eğitimi ile ilgili düşünceleriniz neler?
Ben çözüm süreci hakkında
yeterli bilgiye sahip değilim. Sadece basına yansıyan biçimiyle görüyoruz.
Elbette barış istiyoruz, ama bunu yaparken de bazı insanlarımızın vicdanını
sızlatacak müeyyideler olmamalı. Bizimle ve kamuoyuyla paylaşılmalı. Günümüzde
insanlarımızın kafasındaki soru işaretlerini giderebilmiş bir şey yok ortada.
Kamuoyuyla paylaşılmalı kabul gören bir şey varsa elbetteki bizde isteriz.
Osmanlıcaya gelirsek gündem
değiştirmek. Her zaman bu dönemde mi toplanıldı milli eğitim şurası. Osmanlıca
gibi, din ağırlıklı eğitim, gibi sanki bu güne kadar dindar değilmiş gibi din
eksenli bir eğitim getirilmeye çalışıyor. Tabi ki insanlar tarihini öğrenmek
ister. Bunu başka bir şekilde öğrenmenin yolları yok mu. oya dönük bir çalışma
mıdır nedir zaman içinde göreceğiz.
Yerel basınla sendikal çalışma nasıl yapılacak!
Bilindiği gibi ulusal medya
denetim altında. Havuz medyası denildi vesaire. Ulusal medya çalışma hayatına
yer vermiyor. Kanunda var aslında haftalık şu kadar saat çalışma, hayatına dair
düzenleme ama uygulanmıyor. Yerel medya bire bir konuları yakından takip eden
sorunları yerinde değerlendirebiliyor. Yerel medyayla işbirliği içerisinde
olmamız gerekiyor. O nedenle günümüz bilgi çağı dediğimiz bu çağda
çalışmalarımızı sizlerle birlikte sürdürmek bize büyük katkılar sunacak. Yerel
medyayla çalışma yönteminin bize yarar sağlayacağını düşünüyorum.
Mal varlığınızı açıklayacak mısınız?
Bu konu gerçekten çok istismar
edilmiş bir konu. Sendikal hareketin önünü kesmek amacıyla birileri tarafından
kasıtlı olarak ortaya çıkarılmış. Oysaki sendikalarda görev almış
arkadaşlarımız, göreve başlamadan önce mal varlığını paylaşıyorlar, herkesle
paylaşılıyor bu saklı gizli değil. Yeminli mali müşavir denetimi de getirildi
sendikalarımıza. Şu anda mal varlığımı açıklayacak belgeler yanımda değil ama
hanlarımız hamamlarımız yok. Bu algıyı silmek zorundayız. Aman aman uçuk maaşlar
almıyoruz. Biz geçmiş yıllarda, ben kendim dahil olmak üzere yüzde 20 ila yüzde
45 oranında maaşımızı düşürdük. Bu konuların basında öne çıkması hiç hoş bir şey
değil. Bu konular aşıldı artık” dedi.
Haber: Abdurrahim Yıldırım