CHP Tekirdağ Milletvekili Nurten Yontar, Tarım ve Hayvancılıkta Ülkenin çökme noktasına geldiğini açıkladı.Tarım Bakanlığı bütçesinde Sayın Bakan tarım ve hayvancılık sektörümüzle ilgili güzellemeler yaptı ama sahada görülen gerçek hiç de anlatıldığı gibi değil. Sizlere bugün ülkemizde ve Tekirdağ’da Tarım sektöründe yaşanan bazı sorunları üzerine konuşmak istiyorum. Evet, tarım yalnızca bir ekonomik faaliyet değil” dedi.
CHP Tekirdağ Milletvekili Nurten Yontar, yaptığı açıklamada çok önemli konulara değinerek; “Gıda egemenliğiyle, Ulusal güvenlikle, Toplumsal refahla doğrudan ilgili stratejik bir alandır. Ancak bugün Türkiye’de tarım, üretimden kopuşun ve ithalata bağımlılığın sembolü hâline getirilmiştir. 23 yılı aşkın süredir uygulanan politikalarla çiftçi desteklenmemiş, Tarım Kanunu’nda açıkça yer alan “Gayri Safi Milli Hasıla’nın en az %1’i çiftçiye verilir” hükmü sistematik biçimde ihlal edilmiştir.
2026 yılı bütçesinde çiftçilerimize 722 milyar lira destek verilmesi gerekirken sadece 168 milyar liralık bir destek ayrılmıştır. Trakya çiftçisi de; Yetersiz destek, Düşük alım fiyatı ile üretimden çekilmektedir. Bunun sonucu da ortadadır: Ekim alanları daralmış, Üretim düşmüş, Çiftçi borç batağına sürüklenmiş, Gıda fiyatları ise kontrolden çıkmış ve buna bağlı olarak da enflasyon düşmemektedir. Üretim yerine ithalat tercih edilmiş; mercimekten buğdaya, etten yem hammaddesine kadar temel ürünlerde dışa bağımlılık artmıştır. Bugün çiftçi kazanamıyor, tüketici ise pahalı gıdaya mahkûm ediliyor. Kaybeden hem üretici hem vatandaşımızdır. Tarımda sorun geçici değildir yapısaldır. Çözüm ise nettir: Planlı üretim, Zamanında ve yeterli destek, Taban fiyat uygulaması, Küçük aile işletmelerini koruyan kamucu bir tarım politikası, Şehirden köye göçü sağlayacak genç çiftçilerimize destek,

KÖYLERİMİZDE KAPATILAN OKULLARIN ACİLEN AÇILMASIDIR
Tarımı piyasanın insafına bırakan anlayıştan vazgeçilmeden ne gıda güvenliği sağlanır ne de enflasyon dizginlenir.Tekirdağ bu ülkenin en bereketli ovalarından birine sahiptir. Buğdayı, ayçiçeği, kanolası, hayvancılığıyla yalnızca kendi kentini değil, Türkiye’yi besleyen bir üretim merkezidir. Ancak bugün Tekirdağ’da tarım konuşulurken hasat değil, borç konuşuluyor. Tarlada filizlenen ürün değil, Banka kredileri, İcra dosyaları Yapılandırma talepleri büyüyor.Yaşanan bu tablo AKP hükümetinin yanlış tercihleridir. Kuraklık, don, iklim krizi elbette var ama Tekirdağ’daki tarımsal çöküşün asıl nedeni yanlış ve ısrarlı politik tercihlerdir. Üretimi desteklemek yerine borçla ayakta tutmaya çalışan bir anlayış, çiftçiyi toprağından koparma noktasına getirmiştir.Tekirdağ çiftçisinin ne kadar borcu var biliyor musunuz?2007 yılının son çeyreğinde 128 milyon lira olan Tekirdağlı çiftçilerimizin borçları bugün tamı tamına 15 milyar 339 milyon lira olmuştur.Yani 18 yılda Tekirdağ çiftçisinin borcu 120 kat artmıştır.Bugün artık Tekirdağ çiftçisi üretimden değil, borçtan yorulmuştur. Mazot, Gübre, Yem İlaç fiyatları dövizle artarken,Ürün alım fiyatları maliyetlerin çok çok altında kalmaktadır. Destekler ya yetersizdir ya da geç ödenmektedir. Çiftçinin çözemediği bu denklemde tek seçeneği bankaya yönelmek olmaktadır. Çiftçi için kredi artık bir üretim aracı değil, hayatta kalma mekanizmasıdır.Tekirdağ’da tarım arazilerinin ipotek altına alınması, traktör ve ekipman hacizleri, borç yapılandırmaları olağan hale gelmiştir. Çiftçi toprağına değil, bankalara çalışmaktadır. Bu tablo yalnızca çiftçinin sorunu değildir. Tekirdağ’da tarım geriledikçe Kentte gıda fiyatları artmakta, İstihdam daralmakta, Kırsal çözülme hızlanmaktadır. Çiftçi üretimden çekiliyor çünkü tarım artık para etmiyor. Tarımda çalışan nüfus azalıyor, yaşlanıyor ve kırsal tasfiye ediliyor.
YİNE SİZE TEKİRDAĞ’DAN BİR ÖRNEK VEREYİM
2007 yılının son çeyreğinde 31 bin 344 olan Tekirdağlı çiftçilerimizin sayısı bugün 23 bin 479 kişiye inmiştir. %25’lik bir azalış var.Yani son 18 yılda Tekirdağ’da çiftçilik yapan her 4 kişiden biri tarım sektöründen çekilmiştir. Devletin “destek” diye verdiği para maliyetin yanından bile geçmiyor. Plan yok, Alım garantisi yok, Fiyat istikrarı yok. Bütün bunların sonucunda; Tarımda yaşanan kriz, sofraya zam olarak geri dönüyor.Bugün pazarda yaşanan fiyat artışlarının temelinde, işte bu üretim düşüşü vardır.Üretim düşüşü demişken Tekirdağ özelinde bazı ürünlerin üretim miktarını sizlerle paylaşmak istiyorum.Buğday üretimi son üç yılda %21 oranında,Mısır üretimi son 18 yılda %86 oranında,Arpa üretimi son 17 yılda %37 oranında,Çavdar üretimi son yedi yılda %71 oranında,Kuru fasulye üretimi son 20 yılda %84 oranında,Kanola üretimi son dokuz yılda %64 oranında,Ayçiçeği üretimi son dört yılda %18 oranında,Şeker pancarı üretimi son 19 yılda %41 oranında azalmıştır.Meselenin artık yalnızca bir tarım meselesi olmadığı aşikardır.Bu konu sadece Tekirdağ’ın değil ülkemizin geleceği ve sofradaki ekmeğin meselesi haline gelmiştir.

HAYVANCILIĞA GELİRSEK HAYVANCILIKTA SESSİZ ÇÖKÜŞ YAŞANMAKTADIR
Türkiye’de hayvancılık, son yıllarda yapısal bir çözülme sürecine girmiştir. 2025 Haziran itibarıyla büyükbaş hayvan sayısı 17,2 milyon seviyesinde olup bu rakam, 2018 yılıyla neredeyse aynıdır. Aradan geçen 7 yılda; Nüfus artmış,Gıda talebi yükselmiş, Maliyetler katlanmış ancak hayvan varlığı yerinde saymıştır. Bu tablo, hayvancılık politikalarının yürümediğini, ithalatın da sorunu çözmediğini açıkça ortaya koymaktadır.Tekirdağ özelinde durum daha da çarpıcıdır. 2012 yılında 158.596 olan büyükbaş hayvan sayısı, 2024 yılı itibarıyla 141.149’a gerilemiştir. 12 yılda yüzde 11’lik bu düşüş, yalnızca bir istatistik olmayıp;Üretimden çekilen işletmelerin,Kapatılan ahırların, Mesleği bırakan yetiştiricilerin sessiz çığlığıdır.Hayvancılığın bel kemiği olan veterinerlik hizmetleri ise kamusal bir sağlık hizmeti olmaktan çıkarılmış, piyasa koşullarına terk edilmiştir. Bugün basit bir muayene, bir doğum müdahalesi ya da rutin bir tedavi, yetiştirici için ciddi bir maliyet kalemine dönüşmüştür.Köylerde üretici, veterineri çağırmadan önce hayvanın değil, cüzdanın nabzını tutmaktadır.Bunun doğal sonucu,Geciken müdahaleler,Artan hayvan kayıpları,Azalan hayvan verimidir. Aşılama politikaları ise kağıt üzerinde var olup sahada olmayan bir problemdir. Aşı vardır ancak erişim sınırlıdır.Programlar açıklanmakta, fakat uygulama sahaya yansımamaktadır. Şap, brusella, çiçek gibi salgın hastalıklar artık istisnai vaka olmayıp kronik birer risk başlığıdır. Geç müdahale, Denetimsiz hayvan hareketleri, Sınır kontrollerindeki zafiyet yüzünden hastalık yayılmakta, bedelini ise üretici ve buna bağlı olarak tüketici ödemektedir.Aşıya erişimde yaşanan her aksaklık, yalnızca bir hayvanı değil, bir sürüyü; hatta bir bölgenin üretim geleceğini tehlikeye atmaktadır.Devletin görevi, salgın hastalıklar karşısında üreticiyi kaderiyle baş başa bırakmak değil, önleyici, kamucu ve bilim temelli politikalarla üretimi korumaktır.Destekleme politikaları ise nicelik olarak var, nitelik olarak yetersizdir. Destekler geç ödenmekte ve hızla artan yem, enerji, ilaç ve veterinerlik maliyetlerinin çok gerisinde kalmaktadır. Üretici destek almaktadır; ancak yemciye, veteriner kliniğine ve ilaç bayisine olan borcunu kapatamamaktadır. Mevcut destek mekanizması üretimi güçlendirmemekte, yalnızca borcu erteleyen geçici bir pansuman işlevi görmektedir.Sorun ortadadır.Hayvancılık politikaları, üreticiyi sahada tutacak bir perspektifle kurgulanmamaktadır. Koruyucu veterinerlik hizmetleri yeniden kamusal bir görev olarak ele alınmadıkça,Aşılama gerçek anlamda bir seferberlik anlayışıyla yürütülmedikçe, Destekler maliyetlere endekslenmedikçe bu sistemin ayakta kalması mümkün değildir.Hayvancılık bir tercih değil, gıda egemenliğinin temel unsurudur.
Veterinerlik hizmetleri pahalıysa, aşılama aksıyorsa, destekler göstermelikse sofraya gelen etin, sütün, peynirin güvenliğinden söz edilemez. Bugün üreticiyi yalnız bırakan anlayış, yarın tüketiciyi daha pahalı, daha güvencesiz ve daha sağlıksız gıdaya mahkum edecektir” dedi.
Haber: Abdurrahim Yıldırım